30 Sep
Ruhun Şad Olsun Güzel İnsan

    Evet, Vedat Nedim Saroğlu Ağabeyimiz... Öncelikle kendisini rahmetle ve minnetle anıyorum. Nedim Ağabey, Rize İlimizin Çayeli İlçesinin Armutlu Köyü’nde dünyaya gelmişti. Her Karadenizli gibi Nedim Bey de revan olmuştu gurbetin yollarına. İstanbul, Edirne, Bursa ve Artvin (Hopa) gibi değişik illerde, değişik işlerle uğraştıktan sonra, gurbet halkasına Tekirdağ’ı da ilave etmişti. Tekirdağ Limanının tahmil tahliye işletmeciliği ihalesini akrabaları olan Bilgin Holding kazanmıştı. Tekirdağ’a yeni bir liman, yeni bir işletme kurulacaktı ve bu işler profesyonel bir anlayışla yürütülecekti. Nedim Bey, daha önce de Hopa limanının işletmeciliğini de yapmıştı. Tecrübeli ve de geçmişte yapmış olduğu diğer işlerde de başarısını ispatlamış, insan yönetimindeki liderliğini kanıtlamış, henüz kırklı yaşlarında genç bir işletmeci olarak Bilnam Liman İşletmesi’nin başına getirildi. Kuruluş yıllarından itibaren, hem işletmecilik, hem de kârlılık açısından şirketin de yıldızı parlamış olmuştu. Her Karadenizli gibi gayet sosyal, iletişimi ve hitabeti güçlü bir insandı. Tanıştığı görüştüğü insanlar üzerinde derin etkiler bırakırdı. Nedim Ağabey, tatlı sert mizacını, İslami terbiyeyle hemhal etmiş, sağlam ve istikrarlı bir duruşa sahipti.  

     Bugün örnek bir yaşam öyküsünden bahsetmek istiyorum. Derdim sadece vefa gösterip, özlem gidermek değildir elbette. Bu hayat hikâyesi, umarım ki birilerinin yolunu aydınlatır, örnek alınır, örnek verilir. Dünyanın sadece para biriktirilen yer olmadığını anlamamıza yardımcı olur diye kaleme almak istiyorum. Uyarılarım öncelikle kendi nefsimedir.  

    Bir davası vardı Nedim Bey’in ama sadece kendisi için değil, tüm  insanlık için. Herkes mutlu olursa ben de mutlu olabilirim zihniyetinde bir adamdı. İnandığı değerler uğruna,  yapılabilecek en ileri fedakârlığı bile gözünü kırpmadan yapacak kadar da cesur ve cömertti. Kararlılığını inatçılık zannedenler, inadında değil,  inancında samimi bir insan olduğunu anladıklarında düşüncelerinden pişmanlık duyar, bazen de mahcubiyet içinde bu durumu itiraf ederlerdi.

     Henüz seksenli yılların başındaydık. Anadolu’nun ücra köşelerinden gelmiş, devlet parasız yatılı olarak Tekirdağ’ın değişik okullarında eğitim öğretim gören birçok gariban çocuk vardı. Biz de bunlardan biriydik. Bu yüzden bazı arkadaşlarımız yaz tatillerinde köylerine dönmez, okullar tekrar açılıncaya kadar bulabildikleri işlerde çalışıp, okul sezonu için harçlık biriktirmeye çalışırlardı. Ben de bu kervana zorunlu olarak katılanlardandım. Ne yazık ki bazen iş buluyorduk, kalacak yer bulamıyorduk, bazı kalınan yerler de bize uygun olmuyordu. Nihayetinde çocuğuz.

   



     Tüm araştırmalarıma rağmen kendime uygun bir iş ve kalacak bir yer bulamamıştım. Birisinden destek almalıydım ama kimden diye düşünürken, aklıma şehrin müftüsü geldi. Halden anlar, bana yardımcı olabilir diye düşündüm. İyi ki de öyle düşünmüşüm. Tüm cesaretimi toplayarak kendisini ziyaret gittim, durumumu anlattım. Okumak istediğimi ama ailemin beni okutabilecek durumunun olmadığını, bu yüzden çalışmak, para kazanmak zorunda olduğumu. bunun için de hem işe hem de kalacak yere ihtiyacım olduğunu söyledim. Zamanın Tekirdağ Müftüsü İsmail KIRIMLI Hocam, ak sakallı, babacan bir adamdı. Aramızda uzun bir sohbet geçti. Allah gani gani rahmet eylesin, beni samimiyetle dinlemişti. Hatta anlattıklarımdan çok etkilendiğini de söylemişti. Müftü Bey, söyledikleri çayları yudumladığımız sırada benden bahisle birkaç telefon görüşmesi de yaptı. Sonra önündeki not kâğıdına bir şeyler yazarak bana uzattı. Bak yavrum, sen bu adrese git, orada Nedim Bey var, iyi bir insandır, ben kendisiyle görüştüm, sen de durumunu anlat, sana yardımcı olabileceğini düşünüyorum. Hem de hemşerin, o da Karadenizli, Rizeli dedi. Çok sevinmiştim. Üç dört kilometrelik yolu temmuz sıcağında dakikalar içinde kat etmiştim.



     Liman sahasına girdiğimde sağ tarafta iki katlı bir işletme binasıyla karşılaşmıştım. İşletme binasının alt katında kantin ve yemekhane olarak kullanılan bir alan vardı, kapıdan içeri girdim. Nedim Ağabeyle henüz tanışmıyoruz, nasıl bir insan, beni nasıl karşılayacak çok merak ediyordum. Kantinde duran Abimize, Nedim Bey’le görüşmek istediğimi söyledim. Bana yan taraftaki barkkaka tipi binayı göstererek, bak şu mescitte, sanırım Kuran okuyor, bekle orada, çıkınca görüşürsün, dedi. İşletme içinde bir mescit ve işletmeci Nedim Bey orada Kuran okuyordu. Sonradan öğrenecektim ki Nedim Ağabey çok okuyan bir insandı, hem yazıhanesinde hem de evinde yüzlerce eserden oluşan büyük bir kütüphanesi vardı. Bir İmam Hatip Lisesi öğrencisi olarak rahatlamıştım, bana yardımcı olacağını adeta hissediyordum. Nedim Ağabey sanırım benim dışarda beklediğimi fark etmiş ki, rahledeki Kuranı kapattı ve kapıya yöneldi. Samimi bir eda ile sanırım beni bekliyorsun, dedi. Evet, efendim, vaktiniz varsa sizinle görüşmek istiyorum, der demez, o kolay iş, karnın aç mı? Diye sordu. Mahcubiyetten cevap verememiştim. Tokum desem yalan olurdu, açım da diyemedim. İnsan sarrafı durumu anlamıştı. Kibarca, benim karnım aç önce beraber bir yemek yiyelim, sonra istediğin kadar görüşürüz, dedi.  Bunun üzerine bir masaya oturduk, yemeklerimiz geldi. Yemekler gerçekten çok lezzetliydi. Bu arada kısmen de olsa tanışmıştık. İlk izlenimlerim çok olumluydu. Beraber makam odasında çıktık, durumumu ve isteğimi detaylıca anlattım. Samimiyetle dinledikten sonra, sen yeter ki okumak iste, elimizden geldiğince, ömrümüz oldukça elimizden geleni yaparız. Burada çalışanların kaldığı odalardan birinde kalırsın, yemeğini yemekhaneden yersin, mescide bakarsın, kantine yardım edersin ama bunlara dalıp esas işini ihmal etmek yok, anlaştık mı? Tabi ki evet. Allah gani gani rahmet eylesin, o gün başlayan hukukumuz vefatına kadar devam etmişti. Hem de Abi- kardeş samimiyetiyle. Nurlar içinde yat Güzel İnsan.

     Bir sabah kantinde birlikte oturuyoruz. Nedim Ağabey kahvaltısını genellikle iş yerinde yapardı. Ben de orada olduğum zamanlarda kendisine eşlik ederdim. Sağ olsun yalnız başına kahvaltı yapmak, yemek yemek âdeti değildi. O sırada içeride kalabalık bir çalışan gurubu bulunuyordu. Her sabah çalışanlar kantinde toplanır, iş çavuşları tarafından görev dağılımları yapılır ve vardiya saati geldiğinde herkes işine giderdi. Bu koşturmaca içinde kapıdan içeriye elleri çantalı, gayet düzgün giyimli iki adam girdi. Kantinde duran Cevdet Ağabeye sendikacı olduklarını,  çalışanlarla görüşmek istediklerini söylemeleri üzerine,  Cevdet Ağabey, Nedim Bey'i göstererek,  patron orada,  ondan izin almalısınız, dedi. Bunun üzerine oturduğumuz masaya geldiler. Meramlarını özetleyip, çalışanlarla görüşmek üzere izin istediler. Nedim Ağabey,  kendinden emin bir eda ile, “hay hay, kolay gelsin” diyerek gerekli müsaadeyi vermişti. Biz de olup bitenleri pürdikkat takip ediyorduk. Herkeste bir merak,  acaba neler olacaktı. Sendika başkanı, sendikal haklardan, örgütlü olmanın faydalarından dem vurup giderken, çalışanlardan birisi, beyefendi, bizim vardiya saatimiz geliyor,  müsaadenizle size bir soru sormak istiyorum.


- Buyurun sorun.

- Biz sendikalı olursak aylık gelirimiz ne kadar olacak?

   Salonda derin bir sessizlik olmuştu,  en can alıcı soru sorulmuştu. Sendikacı beyefendi kendinden emin ve bir kurtarıcı bir edayla:

- Ek gelirlerle beraber elinize aylık 80.000 TL geçmesini sağlayacağız.

   Sendikacının bu sözleri üzerine gülüşmeler başladı, çalışanlar hızlı bir şekilde salondan ayrılıyorlardı. Şaşkınlık inçindeydi sendikacılar. Soruyu soran çalışan:

- Beyefendi biz, sizin dediğinizin şu an iki katını alıyoruz. Bizim aylıkları tırpanlamaya mı geldiniz? Salonda bir sendikacılar,  bir de biz kalmıştık. Çantalarını topladıktan sonra oturduğumuz masaya gelip elini Nedim Bey'e uzattı.

- Tebrik ederim Beyefendi. Yılların sendikacısıyım. Böyle bir şeyle ilk kez karşılaşıyorum. En büyük sendikacı sizmişsiniz.

Nedim Ağabey:

- Estağfurullah,  hak edene hakkını vermeye çalışıyoruz. İnandığımız değerler bunu emrediyor.

     O gün bir tane bile üye kaydı yapamasalar da, gördükleri manzaradan sendikacılar da mutlu olmuştu.

 

      Ben bu satırları yazarken, Nedim Ağabeyimizin Değerli Evladı Niyazı SAROĞLU Kardeşim, bana rahmetli babalarının vasiyetini gönderdi. Vasiyetin dördüncü maddesi ne tevafuktur ki az önce yazdıklarımın belgesi gibiydi. Söylemiyle ameli aynileşmiş bir inanç ve aksiyon adamıydı Nedim Bey. Bu onurlu belgeyi de sizlerle paylaşmak istiyorum.




     Nedim Ağabey, liman işletmeciliğinden sonra, gıda sektörüne girdi. Kurduğu süt ürünleri fabrikası, sağlıklı ve kaliteli üretimin rakipsiz ismi olmuştu. Ne yazık ki ucuz ama kalitesiz ve sağlıksız üretimlerle rekabet edemeyerek bir süre sonra kendi elleriyle kurduğu fabrikayı kapanmak zorunda kalmıştı. Ona göre para kazanmaktan daha önemli bir şey vardı, o da ilkeli olmak. Nedim Ağabey, vasiyetinin yine bir yerinde, iş ve ticaret hayatınızda helal haram çizgilerine azami hassasiyet göstererek, şüpheli durumlardan sakınmamızı tavsiye ederek bu konulardaki hassasiyetini adeta belgelendirmişti.  


      Nedim Bey’in son yıllarda kalple ilgili sorunları olmuştu. Doktorlar mutlaka ameliyat olması gerektiğini söylüyorlardı. Ameliyata kara verdiği haberini alınca, ameliyat öncesi bir akşam,  ailece kendisini ziyarete etmeye karar verdik. Sohbet sırasında konu döndü dolaştı ameliyata geldi. Abi dedim,  tabi ki ciddi bir ameliyat, endişeleniyor musun? Cevabı gayet kısa oldu,  Ali Hoca Allah'ın dediği olur. Ben bu cevapla tam istediğimi alamamıştım. İşin doğrusu ben endişeleniyordum, bu babacan insan için.... Kalp ameliyatı ciddi bir ameliyat, nasıl yani diye tekrar sordum. Bak Ali Hoca,  biz Rabbimizin takdirine teslim olmuş insanlarız. Sağlık için gereken tedbirleri almak,  vesilelere tevessül etmek bizim kulluk görevimizdir. Gün, saat gelmişse tüm dünyanın doktorları bir araya gelse buna mani olamaz, gelmemişse buna da kimse mani olamaz. Duygularımı çok iyi anlamış ki, tekraren, endişe etme Ali Hoca, Allah’ın dediği olur. Görelim Mevla neyler,  neylerse güzel eyler. Geç saatlere kadar sohbet edip,  hasret giderdikten sonra,  helalleşip,  vedalaştık.

  

   Nedim Ağabey, ertesi gün ameliyata girdi, hatta ameliyatı da başarılı geçmişti, hızla iyileşiyordu, tam sevinmiştik derken hastane enfeksiyonu kaptığını, durumunun kötüye gittiğini duyduğumuzda, tüm sevenlerini bir endişe,  bir karamsarlık kaplamıştı. Elimizden sadece bekleyip,  dua etmek geliyordu. 10 Aralık günü, sevenlerini üzen ayrılık haberini aldığımız da, "Biz şüphesiz (her şeyimizle) Allah'a aitiz ve şüphesiz O'na döneceğiz" demenin ötesinde elimizden bir şey gelmiyordu. Rahmetle ve minnetle anıyoruz. Ruhun şad olsun Güzel İnsan.


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.