01 Jun
Unutmayın Çocuklar Unutmaz

Onlar, bizim, ülkemizin ve insanlığın geleceğidir. Geleceğimize sahip çıkmanın yolu, çocuklarımıza sahip çıkmaktan geçiyor. Onların ruhen ve bedenen sağlıklı gelişmesi, eğitilmesi, insanlığa kazandırılması gibi ağır bir sorumluluğumuz olduğunun her daim farkında olmalıyız. İster evde, ister okulda, ister se sokakta olsun onları eğitmek adına yaptığımız yanlışlarla onları öğrenilmiş çaresizlik sendromuna sokmamalıyız. Bize düşen hızlı adımlarla geleceğe koşmakta olan çocuklarımızın yolunu açmak ve onlara rehberlik etmektir. Bu da sağlıklı bir iletişimden, sağlıklı bir eğitimden geçer. Direkt, net, etkin ve bilinçli bir iletişim en sağlıklı yoldur. Her çocuğun iletişim kurulacak bir frekansı mutlaka vardır, doğru frekansı yakalayamazsak iletişim kuramayız. İletişim kuramazsak ta eğitemeyiz. Çocuklar için en önemli rol-model anne baba ve sonrasında da öğretmenlerdir. Çocuklarımızdaki olumsuzlukların çoğu kez bizim yansımalarımız olduğunu unutmamalıyız. Asla çocukları dövmeyin, onlara bağırmayın, hakaret etmeyin, aşağılamayın, akranlarıyla kıyaslamayın; onları anlamaya çalışın. Anlaşamıyorsak eksikliği ve yetersizliği hemen onlarda aramayalım. Açığımızı, eksiğimizi, yetersizliğimizi dayakla, şiddetle telafi etmek ise en büyük acizliktir. Çocuk deyip geçmeyin, çocuklar yapılan iyilikleri de kötülükleri de asla unutmaz. Çocuklarımızdan her söylediğimizi hemen anlamalarını, her istediğimizi hemen yapmalarını bekliyoruz. Çayın bile bir demlenme süresi vardır. Uyarıların, kafalarda, gönüllerde demlenmesine lütfen müsaade edelim. İletişimde doğru iklimi yakalamak, doğru sözden çok daha kıymetlidir. Doğru iklimi yakalayamazsak, doğru ürünü alamayız. Çocukların dünyasına giremezsek, onların gözüyle dünyayı göremezsek, onlarla sağlıklı iletişim kuramazsak, onların sınıfına girmiş olmamızın pek te anlamı olmayacaktır.



    Henüz seksenlerin başıydı. Ortaokul ikinci sınıfa gidiyordum. Anadolu’nun köylerinden kopup gelmiş, sudan çıkmış balık misali medeniyeti tanımaya çalışan çok genç ve tecrübesiz bir delikanlıydım. Okumak için can atan, imkân ve fırsat bulamamış, son anda kaderin önünde açtığı son kapıyı görüp, sevinç çığlıkları atan bir çocuktum. Gecikmeli de olsa bir yolunu bulup, ortaokula başlamıştım. Evimden, ailemden çok uzaklardaydım. Hafta sonları değişik işlerde çalışarak biriktirdiğim paralarla okumaya çalışıyordum. Durumumu öğretmenlerim çoktan fark etmiş, kendilerince çözüm yolları arıyorlardı.



     Bir gün sınıf öğretmenim beni yanına çağırdı. Evladım söylediklerimi sakın ha yanlış anlama, ben de çok zor şartlarda okudum. Durumunu tahmin ediyorum. Hafta sonları çalışıp, hafta içi okula geldiğini biliyorum. Hatta bunun için seni tebrik ediyorum. Ne var ki senin de dinlenmen, derslerine yeterince vakit ayırman gerekiyor. İmkânı sınırlı ama başarılı çocukları devlet okutuyor. Yatılı okullarda bedava okutuyor. Bunun için devlet parasız yatılılık ve bursluluk sınavına girmen gerekiyor. Biz sana güveniyoruz, kazanırsın. Gel sen bu sınava gir, dedi. Olur dedim, öğretmenim. Beni müdür yardımcısına götürdü, başvuru işlemleri tamamlandı, zamanı gelince de sınava girdim ve sınavı kazandım. Çok sevinmiştim, artık benim anam babam devletti, artık kolay kolay sırtım yere gelmezdi. Elime gelen sonuç belgesinde Tekirdağ’da devlet parasız yatılı olarak okuma hakkı kazandığım yazıyordu. Tekirdağ da neresiydi, hemen atlasımı aldım başladım aramaya, kısa sürede buldum Tekirdağ'ı. Türkiye'nin en batısında, tıpkı Trabzon gibi deniz kenarında şirin bir şehir. Özellikle deniz kenarında olduğuna çok sevinmiştim. Bir sürü maceradan sonra Tekirdağ'a geldim okuluma yerleştim. O günkü şartlar bugünle kıyaslanmayacak ölçüde yetersiz olsa da, artık başımı sokacak bir evim, hazır yemeğim, yeni elbiselerim ve her ay bir miktar da harçlığım olacaktı.



    Nihayet ilk giysilerimizi, gıcır gıcır ayakkabılarımızı dağıttılar. İlk kez yeni ayakkabı giyecektim. Ayakkabılarıma kimse basmasın diye, arkadaşlarımın okulda olmadığı bir saati kolladım. Dersler bitince, gündüzlü öğrenciler evine, yatılı öğrenciler de etüt saatine kadar çarşıya gittiler. Yani on yedi, on sekiz saatleri arasında pansiyonda nöbetçi öğretmenler ve bir kaç öğrenciden başka kimse kalmazdı okulda. Bu arada bahsetmeden geçmeyim, pansiyon ve okul aynı binadaydı. Fırsat bu fırsat, açtım çelik dolabımı, çıkarttım kutusundan ayakkabılarımı. Güzelce bağladım bağcıklarını, büyük bir özenle giydim ayaklarıma. Sanki ayakkabıların üzerinde değil, uçan halının üzerindeydim. Mutluluktan neredeyse uçacaktım. Nasıl bir şey olduğunu anlaya bilmek için okul içinde kısa bir tur atmaya karar verdim. Ayakkabıların çıkarttığı ses, sessiz koridorlarda yankılanıyordu. Bu ses hoşuma gitmişti, ben de sanırım birazcık abartmıştım. Okul boş olduğu için bunun kimseyi rahatsız etmeyeceğini düşünmüş olacağım ki kendimi rahat hissediyordum. Merdivenleri ise iki ayak aynı merdivene gelecek şekilde atlayarak iniyordum. Öğretmenler odasın önüne inen merdiveni henüz tamamlamış, dışarı yönelecektim ki elleri arkasında, her halinden beni beklediği belli olan nöbetçi öğretmeni görünce, irkilmiştim, kötü şeyler olacağı adeta içime doğmuştu. Mecburen esas duruş, önünde durdum. Kendilerinin de ruhen ve bedenen hazır olduğunu az sonra daha iyi anlayacaktım. Bu saygısız, genç adama haddini bildirmek gerekiyordu. Sol eliyle saçlarımın ön kısmını kavradığı gibi, bütün gücüyle çekmeye başladı. Koridoru çınlatan bir ses tonuyla, sen insan mısın, hayvan mısın, diye bağırmaya başladı. Korkudan titreyen çenelerimden, insanım öğretmenim sözleri zoraki çıkmıştı. Ulan niye o zaman insan gibi yürümüyor, hayvan gibi zıplıyorsun, sözleri duyduğum son sözlerdi. Yüzüme art arda inen şiddeti tokatlarla yere serilmiş, gözlerimin önünde şimşekler çaktığına o gün bizzat şahit olmuştum. Ne kadar yerde kaldığımı, sonra nasıl kalkıp gittiğimi inanın ki tam olarak hatırlamıyorum. Yeni ayakkabılarımı giymek bir yana, artık onları görmek bile istemiyordum. Bu olay o yıllarda bende travma etkisi yaratmış, öğretmenlerle ilgili güzel duygularım derin yaralar almıştı. Oysaki ben öğretmen olacaktım, yeni nesiller yetiştirerek memleketime olan minnet borcumu ödeyecektim. Öğretmenim sadece benim bedenimi değil, çocukluk hayallerimi de yerlere sermişti. Bu olayı asla unutamayacaktım, unutmadım da. Derslerde öğretmenimin ne anlattığının artık hiçbir önemi kalmamıştı, benim için deniz bitmişti. Bir insanı bu kadar kolay kaybedersiniz. Tüm öğretmenlerimizin böyle olmamaları belki de tek tesellimizdi. Kendimize yakın bulduğumuz öğretmenlerimize durumu anlattığımızda, onlar da sadece üzülüyordu, bizi teselli etmenin ötesinde ellerinden bir şey de gelmiyordu. Ne yazık ki yerleşik anlayışa başkaldırmanın onlar için de bizim bilmediğimiz belki de bir takım zorlukları vardı. Her şeye rağmen bir gün öğretmen olursam, asla böyle bir öğretmen olmamalıydım. Nasip oldu, gün geldi öğretmen oldum. Uzun yıllar değişik kademelerde öğretmenlik yaptım. Ama asla şiddete başvuran bir öğretmen olmadım. Bunun canlı şahitleri sevgili öğrencilerimdir. Günümüzde okullar için bu nahoş tablolar mazide kalmış olsa da, hayat okuldan ibaret değildir, hayatın her alanında, şiddetin her türlüsüne karşı durmalıyız. İdarecilik dönemlerimde öğretmenlerime sürekli tavsiyem, kendi çocuklarımıza reva görmeyeceğimiz hiçbir şeyi, bizlere emanet edilen, anne babaların kıymetlilerine de reva görmemeliyiz, olmuştur .


     Öğretmenimle yıllar sonra, bir gün karşılaştığımda kendisine bu olayı anlattım. Çok üzüldüğünü söyledi. Kendisini affetsem de ne yazık ki tahtadaki çivi izleri hala yerinde duruyordu.


      Nefret ve korku ikliminde gül dahi eksen kaktüs olur canını yakar insanın. Dayak cennetten çıkmış diyen cehennem kütüklerini anlamak mümkün değildir. Bırak insanı,  hiç bir canlının canını yakarak onu eğitemezsin. 


     Biliyorum dünyanın en zor işini yapıyoruz. Sabretmek, idare etmek, anlayışlı olmak, duygudaşlık yapmak, rehber olmak, önder olmak bize düşüyor. Her şeye rağmen büyük bir mutlulukla, büyük bir onurla görevimizi yapıyoruz. Memleketimizin, insanlığın geleceğinde imzamızın olması bir ayrıcalıktır. Küçücük yavrularımız ilk kelimelerini hecelerken, ilk cümlesini okurken, ilk karnesini alırken, ilk kez diploma alırken duydukları heyecana ortak olmak hangi mutlulukla kıyaslanabilir ki. Mezun olan öğrencilerimizi çok güzel yerlerde, çok güzel işler yaparken görmek, haberlerini duymak, sokakta karşılaştığımız eski bir öğrencimizin içinden gelen tüm samimiyetiyle verdiği selamı duymak, yılların vermiş olduğu yorgunluğu sırtımızdan alır götürür.  Üzerimizde emeği ve yüreği olan tüm öğretmenlerimizi saygıyla ve minnetle anıyoruz.


Yorumlar
* Bu e-posta internet sitesinde yayınlanmayacaktır.